8 Temmuz 2014 Salı

Fırtına Öncesi Sessizlik

Bugüne başladığımda anksiyetemin tek sebebi vardı, günü birkaç yeni sebeple kapatıyor olmak üzücü. Düşünsene, ciğerlerinin ağzına gelip adeta nefes almak istercesine dışarı çıkmaya çalışması yeterince yorucu, ve artık tek tetikleyeni yok.

Fight Club'ın sonunda Edward Norton'ın sessizce karşı binaların yıkılmasını izlemesi gibi bakıyorum şu anda olaylara. Boğuk patlama seslerinin o bas notları titrediyordu bulunduğu binanın camlarını. Henüz alevler parlamadı, hala binalar sanki iskambil kağıdındanmış gibi yıkılmadı. henüz ne olacağını, ne getireceğini bilmediğim dönem başlamadı. ama 2+2 nin ekstrem bir durum olmadıkça 4 olmaktan şaşmadığı dünyada o bas notaları bana birşeylerin yıkılacağını söylüyor.

İlginçtir, bas notaları tizler gibi karakteristik ve parlak değildir, ama yumruk etkisi yapar. organlarının içinde titrediğini hissedersin.

Dünyam yıkılıyor. görmesem de o bas notaları yumruklarını sıralıyor. şaşırmış gibi davranacağım belki o binaların olduğu yerlerde toz bulutu asılı kaldığında. ammavelakin bildiğin yeniden inşaasını düşünerek bir miktar endişe ile bekliyorum. Zira Tyler başkanın aksine elime tutan biri yok ve hikayeye farklılık olsun diye olmasını istediğim o toz bulutunun arasında bir yerlerde.

lan çok acayip, ne kadar turlarsan turla, bir zaman sonra gene başladığın noktaya geliyorsun. yanındaki insanlar değişiyor ama onlarla da eski şeyleri tekrardan yaşıyorsun.

"if you're frightened of dying and then you hold on
you'll see devils tearing your life away
but, if you've made your peace
then the devils are really angels
freeing you from the earth... from the earth"

İstediğim sonuçlar olmasa bile, yaşlılığında anıları ve keşkeleri ile boğulacak bir adam olmayacağımı biliyorum artık ve neredeyse 1.5 senedir canımı yavaş yavaş alan şeyin tutsağı değilim. kahraman olmayacağım, adımı bir viyadüğe köprüye vermeyecekler belki ama kendi küçük dünyamda zafer benim. özgürüm artık.

kendime not: yıllar geçti en son buraya yazalı, büyüdüm değiştim derken hala giriş gelişme ve sonucu ayrı cumhuriyetler kurmuş yazılar yazıyorum. kendimi ifadem de zayıf galiba.

18 Ekim 2011 Salı

Justify, özet geçtim ama

bayaadır yazıyordum justify başlığı altında, ama tamamlanamadı. baktım, tamamlayacak halim yok. baktım, silmeye de kıyamadım. 2 cümle ayrı yazayım, o olduğu gibi kalsın dedim.

doğruymuşum meğersem, metodum ne kadar yanlış olsa da. özledim, çok berbat bi sona imza atsam da. ama ne var ki, ne kadar sadece kendimi suçlamaya çalışsam da olmadı, olamazdı da zaten. her yere benzin döktükten sonra çakmağı yakana kızamazsın. haberin geldi, değişen hiç birşey yok anladığım kadarıyla. eh, çok da fazla düşünmenin de anlamı sanırım artık.

birbirimizden kocaman parçalar kopardık, umarım çok güzel şeylerle doldurabiliriz o boşlukları. okuyacağından değil ya, yazmak istedim işte.

17 Eylül 2011 Cumartesi

yov

Blogumu takip eden varmış, mutlu olmadım değil. <3
Doğumgünü hikayemi araya hayat girdiği için devam ettiremedim, sonra da sıkıldım. yazmak istediğim başka birşey var, bir ara başlayacağım ona.

21 Nisan 2011 Perşembe

sevgili blogspot;

seni ikide bi açıp kapayana koyayım <3

6 Mart 2011 Pazar

B'Day Episode 2: Family

Benim ailemde, iki tarafta da, birlikte olmak çok önemlidir. her bayramda, özel günlerde toparlanırız. genellikle rahat, güzel bir ortamımız vardır. her ailede olduğu gibi bizim de arızalarımız var, ama bu yazının konusu bu değil.

dediğim gibi özel günlerde toparlanırız, ve benim varolmamın kutsanası gibi bir konu kesinlikle özel bir gün oluyor. ana tarafı ile baba tarafını iki ayrı günde toplayarak, iki ayrı kutlama yaptık. anne tarafım doğum günümden sonraki gün gelirken, baba tarafım bugün geldi.

böyle yazmak uzun oluyor, artık ana tarafımı (a.t., at) diye yazarken, baba tarafını (evet doğru bildiniz, b.t., bt) olarak kısaltıyorum.

ben bu tarihleri ayarlamadım. bana dedilerki o gün at, bu gün bt geliyor. mecburen oko dedik. ama benim de bazı önemli işlerim (mesela saatlerce bitirme tezimi çalışmak, derslere girmek gibi) olduğundan, tam uyamayacaktım. herneyse.

doğumgünümün akabindeki gün, 2 kişi daha doğum günümü unuttuklarını belirtip, özür dileyerek kutladılar. öpücüklerimi sundum onlara, canları sağolsundu.

şu noktada durup, "nasıl bir ucubesin sen, sadece 2 kişi anımsamış seni?" diye sorabilirsiniz. burada facebooka lanet ediyoruz. ders çalıaşmak için kapattığımdan facebook hesabımı, kimse göremeyip şaapmadı. gerçi iyi oldu. feykoviçler belli etti kendini, nese (her unutana "fake" demiyorum, içiniz rahat olsun)

canları sağolsundan devam ediyorum. günün en güzel kısmı şuydu: erkenden gittim okula sabah dersi olduundan. çıktım dersten yemek memek oyalanmaca, en sonunda gittik dünkü yoldaş ile hocanın yanına. okuldan bile değil, labdan çıkış saatim 1920 amk. evde insanlar var, zaten gidişim dünyanın vakti, kendi partisinde olmayan adamdım. 2100 e gelirken varabildim eve. yemek ye kuzenlerle takıl derken gün bitti zaten. express bday kutusundan çıkmış gibi, "su ekle ve kutla! 2 saat kutlama yapabilirsin!" o kafa oldu.


ertesi günü boş geçti, biraz kendimize döndük.

akabindeki gün dinlenmiş kafası yerli yerinde bir ben ile bt yi ağırladık. halam tüm negatif enerjime maruz kalacaktı ki, tehlikeyi farkedip sonradan geldi. tabi onun gelişine kadar herkes onu beklemeye endekslendiğinden mevzu yine onun etrafında toplandı, hoşnut olmadım. hala küçük bir kız çocuğu ibi, tüm aile onun etrafında dönüyor. takıldık falan, ablam yine neşe kattı hepimize. iyi ki va.

onlar gitti, böyle bi şeye yazmaya yeltendim. içime sinemedi bişeyler.böyle huysuzlukla kızgınlık arasındayım. bilemedim. :/

2 gün sonra arkadaşlaırmın süprizi var. belki o dengeye koyar beni.

B'Day Episode I: Prologue

Doğumgünlerini "emperyalist güçlerle" ve "tüketim toplumu" gibi etiketlerle tanımlayanlara selam çakarak başlarım. insanların, özellikle sıradan insanların, kendisini öyle yada böyle özel hissettiren bir günün varlığını sorgulamak, çok ayıp lan. "mutlu olamazsın naled olası!" der gibi. boşversene, aptal yada afyonlu, ne haltsa, kendini özel hissettirecek bir gün, bırak sahip olsun...

hissiyatlarımız, doğumgünü arifesinde başlar. özellikle akşama doğru. sevgiliniz yada flörtünüz varsa ilk kutlayanlar olmak için saat 00:00 olur olmaz mesaj atarlar yada ararlar. kendi özel gününüz böyle başlar, birilerinin varlığınızın başlangıcını kutsamasıyla. öyle biri yoksa da hayatınızda, arkadaşlarınız bu boşluğu doldurarak sizin yaşamınızda olduklarını ve bundan mutluluk duyduklarını belirtirler. gece yarısından önceki o birkaç saat, törenlerdeki açılış konuşmaları gibidir. o kısımları atlayıp atraksiyonların başlamasını isteriz.

bu sene bu süreci anlatmak istiyorum. birinci sebep; benim özel günüm, patron benim, istediğimi yaparım. ikincisi bu yıl yalnızım. bildiğin. sweetsiz bitter olan. 29 şubatta doğmuş birisinin kafasını yaşadım şu ana kadar. madem dinleyecek yok, ortalığa sallıyorum şu anda.

bölüm 1: önsöz

birkaç parçaya böldüğüm hikayem. hikaye bile sayılmaz. anlatcam öyle. şuursuzca.

önsöze uygun olarak başlayayım. yeni yaşıma uyuyarak girdim. muhteşem giriş eh? bir önceki gece hiç uyumadığımdan, ödev makale okumak falan, ve arife günü 6 saatlik toplam derslerimin overtimelar ile 7-7.5 saati bulmasından mütevellit, enerji namına bişey kalmamıştı bünyemde. eve geldim, yemek yedim, televizyona bakarken 2030 civarı bağlantım koptu. uyandığımda saat 0030 du. aptal aptal kalkıp odama sürükledim kendimi. telefonumda herhangi bişey yoktu. "meh" dedim, alarmı kurdum yattım. alarmı kurdum, ama halbuse o gün dersim yoktu. bitirme tezim üzerinde çalışmak için hocamın yanına gidecektim. doğumgünü kutlama planım buydu. cool huh?

neyse, kalktım sabah, telefonumu açtım, gelen giden hiç birşey yoktu, of pof takıldım evde biraz, sonra muhteşem kutlama atraksiyonları için okula yola koyuldum. okula gittim, saatlerce hocamın gelmesini bekledim, disco / focus'un manuallarını falan okudum, baktım sıkıldım, nintendo ds ile takıldım. nese sonunda hocamı buldum. aynı hocadan bitirme alan başka biri daha geldi. hoca ikimize güzel bir konu verdi. onunla oturup saatlerce çalıştık. saat 1700de günün ilk talihlisi arkadaşım arayıp doğumgünümü kutladı [kendisi umarm hayatı boyunca mutlu olur :*]. okuldan 1730 sularında çıkmış olmalıyım ki 1800'deki otobüse yetişebildim. 18 saatte sadece bi kişinin kutlamış olması, eh, oldukça can sıkıcı. hele birde gün içinde çok canımı sıkan haberler almam, tuz biber kafası yarattı.

eve geldim, yemek falan. tv, msn takılıyorum.hala kutlayanım yok ayrıca. annem ufak bir pasta ile gelip kutlama seansını başlattı (ağlarsa anam ağlar stayla). pasta dilimini sonsuzluğa gönderdikten bi süre sonra, en kamil arkadaşlarımdan biri, otobüste uyuklarken aklıma geldiğini doğumgünümü kutladığını belirten bir mesajı, aç gibi bakındığım telefonuma yollayarak "güneşi açtı içimde".

saat 2330'da, ikisi hatırlayan, bir tanesi de benim söylemem ile, toplamda üç kişi doğum günümü kutlamıştı. oldukça bozulduğumdan, bunun sayısını arttırmak istedim, ve çok sevdiğim iki kişiye doğumgünümü hatırlatmaya karar verdim (ne kadar sevdiğimi belirtmek için anlatmam gerekiyor; bir tanesi ev arkadaşım olmasını istediğim insan, ötekisi kız kardeşim olmasına tek engel anamın doğurmamış olması). birine mesaj attım, şoklara girdiğini söyleyip özürler diledi. 2 gün sonra sanıyormuş, bekleyemedin mi diye dalga geçti. ben de kendisine, ona 00:00:30 sularında henüz mesaj atmamış olmamdan ötürü söylediklerini anımsattım, orada kaldı muhabbet. ötekisi de unuttuğunu söyleyip, msnden kaçtı. utandım diyip cepten özür diliyip kutlayarak, msne geri döndü. canlarım benim :* sevilmek için sevmedik amk, bünya beşiktaşlı olmayı sindirmiş, her olaya aynı yaklaşıyor.

doğumgünüm sonra ererken, sadece 2si kendi hatırlamış halde, toplam 5 kişi benim yaşamımı kutsadı. en çok merak ettiğimden ses çıkmadı. ilerleyen günleri bekledim...